CHP, Sosyalist Enternasyonel’in İstanbul’daki toplantısını adeta küçük bir siyasi skandala dönüştürdü.
Özgür Özel, misafirlerine İmamoğlu pankartı tutturup, Türkiye’nin iç işlerine müdahale etme girişiminde bulundu. Dahası, ülkenin cumhurbaşkanını hedef alarak, “seni dünyaya rezil edeceğim” şeklinde cümleler kurdu.
Toplantıya katılan bazı delegelere yakın isimlerle yaptığım görüşmelerde, durumu emrivaki olarak değerlendirdiler ve Türk hükümetiyle böyle bir karşılaşma yaşamaktan mutlu olmadıklarını belirttiler.
Böylece CHP, bu davranışıyla hem konuklarına hem de Türk milletine büyük bir saygısızlık sergiliyor. Avrupa’daki herhangi bir ülkede benzer bir durum yaşansa, ilgili partinin meşruiyeti sorgulanır ve lideri toplumda dışlanır. Ancak Türkiye’de siyasi taşlar öyle döşenmiş ki, CHP ne yaparsa yapsın oldukça rahat bir şekilde rezil olmuyor. Üstelik kalkıp, milleti temsil eden Cumhurbaşkanına “seni dünyaya rezil edeceğim” deme cüretini gösteriyorlar.
Peki, Özgür Özel’in “dünya” dediği ne? Tabii ki Sosyalist Enternasyonel…
Bu örgüt, dünyadaki solcuların dahi yüzde 10’unu temsil edemiyor. Dolayısıyla, bunun ne kadar geniş bir kapsama sahip olduğu konusunda değerlendirmeleri sizlere bırakıyorum.
Özgür Bey, “yoldaşlar” diyerek hitap ettiği misafirlerine karşı kendisini tutamayarak bir de söz veriyor: “Türkiye’yi mutlaka Avrupa Birliği’ne sokacağım.”
İnsan merak etmeden edemiyor; acaba Özgür Özel, Sosyalist Enternasyonel’in hangi gücü ile Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokacak?
Sosyalist Enternasyonel üyesi ülkeler arasında Avrupa’da iktidarında bulunanlar sadece Litvanya, Romanya, Slovakya ve İspanya gibi dört ülkeden oluşuyor. Yani 27 ülke içinde sadece dördünde, Özgür Bey’in “yoldaşları” iktidarda. Üstelik söz konusu dört ülkenin Türkiye’nin AB üyeliğine dair de herhangi bir itirazları yok!
Ayrıca Güney Kıbrıs’ta koalisyon ortağı olan EDEK Sosyalist Partisi önemli bir durum oluşturuyor. Çünkü Türkiye’ye yönelik en büyük itiraz, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden geliyor.
Ancak Özgür Özel’in EDEK ve Yunanistan’daki yoldaşı PASOK’tan isteyeceği AB üyeliğinden daha önemli bazı konular mevcut olabilir. Mesela, EDEK, CHP’nin misafiri olmadan birkaç gün önce, 19 Mayıs’ta ne yaptı? Kurtuluş Savaşımızın başlangıcının 106. yılında, Atatürk tarafından yapıldığı iddia edilen Pontus soykırımını anarak, tüm dünyaya bu soykırımın tanınması çağrısı yaptı!
Özgür Özel’in diğer yoldaşı olan PASOK’un başkanı Nikos Androulakis de aynı gün benzeri bir çağrıda bulunarak dünyayı “soykırımcı Atatürk’tan ve Türklerden” hesap sormaya davet etti!
Yani, Özgür Özel’in “bizi AB’ye alacaklar” diye tanıttığı yoldaşları, Mustafa Kemal Atatürk’e ve tüm Türk milletine soykırımcı ve katil damgası vurdu.
Peki, Özgür Bey buna itiraz etti mi? Avrupa Birliği üyeliğine dair herhangi bir girişimde bulundu mu? Bu sorular, CHP’nin inandırıcılığı açısından oldukça önemli bir fikir verebilir.
AZERBAYCAN’I ANLAMAK
Geçtiğimiz günlerde Ülke TV’de ilgi çekici bir konuk yer aldı; otuz yıldan fazla bir süredir Azerbaycan’da yaşayan Türk iş insanı Hüseyin Büyükfırat. Kendisi, aynı zamanda Türkiye Azerbaycan İş Adamları Birliği başkanlığını yürütüyor.
Mustafa Yıldız’ın konuğu olan Hüseyin Bey, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin pek az gündeme gelen temel gerçeklerini dile getirerek, Azerbaycan’a dair ezberleri yıkma çabasında bulunuyor. Hüseyin Bey’in konuşmalarını dikkatle dinlemenizi tavsiye ediyorum, çünkü tespitleri Azerbaycan algımızı yeniden değerlendirmemize yol açıyor.
Türk kamuoyunda Azerbaycan ile ilgili üç ana dönem var: Sovyet dönemi Azerbaycan’ı, Sovyet sonrası dönem ve 2016 sonrası. Sovyet döneminde Türkiye’deki Azerbaycan algısı, diğer Sovyet ülkeleri gibi Komünist Rusya’nın işgali altında olan bir ülke olarak tasavvur ediliyordu. Ancak Türkiye açısından bu durumun bir başka boyutu vardı: Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetleri, “kızıllar” tarafından engellenen Turan idealini temsil ediyordu.
Bu algı belirli bir gerçeklik taşımakla birlikte, zamanla değişimi gözden kaçıran ideolojik bir bakış açısına dönüştü. Çünkü Azerbaycan’ı tamamen işgal altında olarak değerlendirmek, sadece SSCB’deki Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’ni değil, aynı zamanda o dönemde üst düzey görevlerde bulunan Azerbaycanlıları görmemek anlamına geliyordu. Oysa Azerbaycan, bu süreçte hem SSCB’nin içinde hem de uluslararası ilişkilerde önemli bir varlık gösteriyordu. Ülkeyi “Moskova’nın kölesi” gibi yansıtmak, hem romantik milliyetçi arzulara hem de Soğuk Savaş’ın propaganda ihtiyaçlarına yanıt veriyor, ancak gerçeği saptırıyordu.
Sovyetler Birliği dağıldığında, Azerbaycan da bağımsızlığını kazandı. Azerbaycan halkı, Moskova’nın yoğun baskısına ve silahlı müdahalesine rağmen bağımsızlık iradesini korudu. Bu dönemde Türkiye’de Azerbaycan’a yönelik milliyetçi bakış açısı zirve yaptı; yaygın bir inanç haline geldi ki Türklerin birliği ideali gerçek olma yolundaydı. Ancak bu süreçte Azerbaycan’da tam tersi bir gerçeklik yaşanıyordu; ülke, Karabağ yenilgisinin ardından parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Siyasi istikrarsızlık, halkı kurtarıcı olarak Haydar Aliyev’i çağırmaya zorladı.
Aliyev, ülkeyi yeniden inşa eden modern Azerbaycan’ın kurucu babası olarak anılmaya başlandı. Gerçekte Aliyev, geçmişte de Azerbaycan’a önemli hizmetler vermiş bir liderdi. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Siyasi Büro üyesi olarak ve SSCB Bakanlar Kurulu üyesi olarak görev yapmıştı.
Aliyev’in “yeniden kuruluş” kesinlikle Azerbaycanlılık kavramına dayanıyordu. Azerbaycan, Türklerin çoğunlukta olduğu, Türkçenin bir varyantının konuşulduğu, bayrağının üç renkten oluştuğu bir ülke olmakla birlikte, çok kültürlü ve çok etnikli bir yapıya sahipti. Aliyev, Azerbaycan düşmanlarının ülkeyi bölmek için kullanmaya çalıştığı bu sosyal gerçekliği, Azerbaycanlılık kavramı ile fırsata çevirdi. Bugün Azerbaycan’ın etnik sorunlardan uzak, sağlam bir toplumsal zemine sahip olmasının altında yatan neden, Aliyev’in bu cesur girişimidir.
Maalesef Türkiye, Sovyet sonrası dönemi doğru bir şekilde değerlendiremeyerek, Azerbaycan’ı hep “kardeş ülke” olarak tanımlamakla yetindi, ancak kardeşimizin gerçekliğini anlama konusunda yetersiz kaldı. Bunun sebeplerinden biri romantik saplantılarımız ve bilimsel konulardaki yetersizliğimizdi. Daha önemli bir sebep ise FETÖ’nün etkisiydi.
Türkiye Cumhuriyeti, bu dönemde eski Sovyet toprakları ile ilişkileri FETÖ’ye emanet etti. FETÖ ise tüm ilişkileri ABD menfaatleri ile şekillendirdi. Bu durum, bu ülkelerdeki yönetici elitin Türkiye’ye karşı mesafeli ve dikkatli olmasına neden oldu. FETÖ, bir yandan Turancılık ve milliyetçilik nutukları atarken, diğer yandan bu ülkelerin yöneticileri ile Türkiye arasına nifak sokmaya çalışıyordu. Türkiye, diplomatik anlamda Ruslara karşı pozisyon alamadığı gibi, ABD’nin ajandasına uygun hareket etmek zorunda kalıyordu.
Devlet, 2016 öncesinde Azerbaycan ile gerçekçi ve yapıcı ilişkiler kurmaya çalıştıysa da, sık sık FETÖ tarafından engellendi. 2016 yılı, bu açıdan önemli bir dönüm noktası oldu. Bugün Azerbaycan ile Türkiye arasında kurulan gerçek kardeşlik ilişkinin temel iki nedeni var: Biri, FETÖ’nün adım adım tasfiye edilmesi, diğeri ise Türkiye’nin Azerbaycan’a müstakil bir devlet olarak bakmayı başarması.
Günümüzde her iki ülkenin hükümetleri de olaylara daha net bir bakış açısıyla yaklaşabiliyorlar. Ancak Türkiye kamuoyu, basın organları ve akademik dünya hala daha eski kalkışmaların ezberleriyle düşünmeye devam etmekte. Hüseyin Büyükfırat’ın konuşmaları ve tespitleri, tam da bu noktada büyük bir öneme sahip.