Ünlü retorik ustası Quintilian, “Bir yalancının iyi bir hafızası olmalıdır” ifadesiyle dikkat çekici bir noktayı vurgulamaktadır. Bu söz, iddialarını yalanlar üzerine inşa eden kişi veya gruplara yönelik bir uyarı niteliğindedir.
İddialarınızı yalanla destekliyorsanız, bu yalanı unutmanız imkânsızdır; çünkü yalanla çelişmeyen bir anlatımla iddianızın geri kalanını sürdürmek zorunda kalacaksınız. Bu düşünceyi başka alanlara da uygulamak mümkündür.
Örneğin, siyaset söz konusu olduğunda, uzun vadeli stratejiler geliştirmek için üstün bir zeka ve kabul edilebilir bir tutarlılığa ihtiyaç vardır.
Bu konuları, özellikle CHP’nin genel başkanı Ekrem İmamoğlu’nun liderliğinde partinin maruz kaldığı karmaşık durumu ele almak için dile getiriyorum.
İmamoğlu, cumhurbaşkanlığı adaylığı için pek çok riski göze alarak adeta geri dönüşü olmayan bir yola girmiş durumda.
Partinin son kurultayı sonucunda üstlendiği kritik rol sebebiyle CHP şimdilerde yargı sürecine dahil olmuş durumda.
Öne çıkan gelişmelerde, CHP’lilerin birbirlerine yönelttiği suçlamalar ve iddialar dikkat çekiyor.
Kurultayın yapıldığı dönemde delegelerin çeşitli menfaatlerle ikna edildiği yönündeki suçlamalar tamamen CHP içinden kaynaklanıyor.
Kimi iddialarda 1,5 milyar TL’den bahsedilirken, diğerleri 250 milyon dolar veya yüzlerce pahalı cep telefonu ve 70 daire gibi vaatleri sıralıyor.
Gerçekler umarız mahkeme sürecinde netleşecek. Şimdi, CHP’deki kaotik duruma dönelim.
Özgür Özel, 1 Kasım 2024 tarihinde yaptığı bir açıklamada, “Ben kendim aday olmayacağım. Tek başıma aday olmayacağım gibi, tek başıma aday da belirlemeyeceğim” ifadelerine yer vermişti.
Ardından genel başkan olarak, “Cumhurbaşkanı adaylarını ön seçim ile belirleyeceklerini” belirtmişti.
Ancak tüm bu gelişmelerin ardından, İmamoğlu ve Mansur Yavaş ile bir araya gelmesi, Yavaş’ın “henüz bu şartlarda ön seçime girmeyeceğini” açıklamasıyla bu sürecin tek kişilik bir gösteriye dönüşmesine neden oldu.
Gerçek şu ki, bu süreç İmamoğlu’nun resmen aday olması için planlanmıştı ve Yavaş’ın rolü sadece bir figüran olmaktı.
İki adayla seçime gidilecek ve İmamoğlu büyük bir fark yaratacak, bu sayede kendilerine meşruiyet kazandırılacaktı.
Fakat, İmamoğlu hakkında çıkan yolsuzluk dedikoduları, kurultayı manipüle ettiği yönündeki iddialar ve ‘sahte diploma’ vakası kamuoyunda yükselince, tüm söylemler hızla değişti.
Özgür Özel, daha önce “partimiz için tarihi bir cumhurbaşkanı adayı belirleme süreci başlamıştır” dediği süreci aniden boşa çıkararak, “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sonraki Cumhurbaşkanını darbe yoluyla ekarte etmeye çalışanlara karşı dimdik ayaktayız” ifadeleriyle net bir mesaj verdi.
Özel’in bu açıklaması, daha önce ifade ettiği ‘ön seçim yapmadan aday belirlemeyeceğiz’ sözleriyle çelişiyor. Madem aday belli, neden bu memnuniyetsizlik? Ön seçimin anlamı ne oldu?
Özellikle, “Türkiye Cumhuriyeti’nin için bir sonraki Cumhurbaşkanını darbe yoluyla ekarte etmeye çalışanlara karşı dik duracağız” ifadeleriyle İmamoğlu’nun adaylığına dolaylı olarak işaret ettikten sonra, önseçim ne kadar anlamlı kalıyor?
Kendileri için itirazdan çok fazla seçeneği olmayan bir kitlenin olduğunu anladık, ancak yapacakları önseçimi “tarihi” ve “demokratik” olarak tüm halka sunmaları ne kadar doğru?
Bu durum, CHP’nin ve Özgür Özel’in sadece kendi seçmenlerine değil, tüm ülke kamuoyuna karşı bir ayıptır.
Şimdi, yazının başında yapmış olduğumuz tespiti tekrar göz önünde bulunduralım. Söylemlerinde hakikat barındırmayan, akıl düzeyinden uzak bir tezgâhın içindeler.
Öyle bir duruma geldiler ki, milletvekilleri için hazırlanan ön seçim formlarında tam olarak “……………….’nun cumhurbaşkanı aday adayı olarak ön seçime katılmasını öneriyoruz” biçiminde bir düzenleme yapılmış. Gerisini okuyucu takdiriyle bırakıyorum.
CHP’nin, Özgür Özel’in ve arkasındaki İmamoğlu’nun acelesi göz önüne seriliyor. İmamoğlu’nun ‘diploma’ skandalıyla saf dışı kalabileceğini biliyorlar.
Partiyi ve muhtemel adaylarını, ‘mağduriyet’ söylemiyle koruma çabaları her seferinde daha da derin bir batağa iletiliyor. Hırs, hepsinin gözünü bu denli kör etmiş durumda.
Bu kayıtsızlık ve aymazlık sonucunda toplum olarak hangi bedeli ödeyeceğimizi bilmiyoruz.